M.Ö.776(?)–M.S.393(?)

Her 4 yılda bir, yaz ayları içinde organize edildi

Bir tanesi hariç, tümü Olimpia’da yapıldı. OLIMPIA

 

       Günümüzde, dünya’nın en büyük spor şöleni olarak kabul edilen Olimpiyad  Oyunları, aynı zamanda üzerinde en çok yazılan ve konuşulan konulardan biri. Bir kısmı efsane, biraz eksik olan, gerçek bulgulara dayanan bir geçmişi olan bu olgunun ilk 1200 yılı “Antik veya Eski Olimpiyadlar” diye adlandırılıyor. Bu devreye ait tüm bilgiler için, Yunanistan’ın Olimpia yöresinde son iki yüz yıldır kazı yapan arkeologlara teşekkür borçluyuz. Zira, onların bulguları olmadan, belki de Olimpiyadlar konusu hala geçmişin karanlıklarında saklanırdı. Din, politika ve ekonominin iç içe kaynaştığı Olimpiyadlar kavramını daha iyi anlayabilmek için, bundan epey gerilere, M.Ö.766’ya dönmemiz gerekiyor.

       Çok ilginçtir - -bilim adamları “ Tarih yazı ile başlar” derler.Bir bakıma da “Dünya tarihi Sümerlerle başlamış” denebilir. Yunan tarihi ise,bu tarife göre M.Ö. 766’da başlamıştır. Zira, eldeki en eski yazılı belgeler, kayıtları tutulmuş ve o yıl yapıldığı saptanmış Olimpiyadlar’a aittir.

       Her şeyden önce kabul edilmesi gereken gerçek, dünyada sporun Yunanistan’ın Olimpia yöresinde başlamadığıdır. Böyle bir inanış, yağlı güreşin Kırkpınar’da başladığına inanmak kadar yanlış olacaktır. Olimpiyadlar, adını bu yöreden almış ve hiçbir kesintiye uğramadan 1200 yıl devam etmiş bir olgudur. Diğer kentlerde yapılan başka spor şölenleri de Olimpiyadlar’ı örnek almışlar ama hiçbiri  Olimpiyadlar kadar önem taşıyamamışlardır.

       Buna karşın, bir tarihçi gözü ile de M.Ö.776 ‘da Olimpia’da yapılan yarışmaların , Olimpiyadlar’ın ilk organizasyonu olduğunu da  söylemek, yeni ortaya atılan görüşler ışığında, pek kolay olmayacaktır. Zira, Olimpia yöresindeki kazılar sonucu ortaya çıkan bulgular, bu yörede çok daha önceleri bu gibi yarışmaların yapıldığını göstermiştir. Daha doğru bir anlatımla- -M.Ö. 776’da Olimpia’da yapılan yarışmaların,kayıtları tutulmuş ve bu belgeleri elimizde bulunan en eski tarihli Olimpiyad olduğunu söyleyebiliriz.

       İkinci çok önemli bir husus, Olimpiyadlar’ın başından beri Yunan yarımadasında büyük ilgi görmediğidir. M.Ö. VII. yy’da yaşadığı sanılan Homer’in eserlerinde bu kutsal olduğu kadar spor ve sanata dönük yarışmaların yer almaması da epey düşündürücü bir gerçektir. Arkeolojik bulgulardan faydalanan bazı tarihçiler,M.Ö.XV. yüzyıldan beri yörede yapılmakta olan bu gibi organizasyonların, M.Ö. 776’dan sonra biraz canlandığını dahi ileri sürmektedirler.

 

Klasik olimpiyatlarda yapılan tüm yarışmaların merkezi 192 metrelik düz bir koşu pisti ve etrafındaki hafif meyilli iki tepeciktir. Tüm seyirciler oyunları ayakta seyrederdi.

 

      Günlük yaşam içindeki yeri kesinlikle bilinmemekle birlikte, Sümer, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları devrinde günümüzde yapılan sporlara benzeyen fiziksel aktivitelerin yapıldığı bilinmektedir. Olimpiyadlar’ın felsefesinde ,kesinlikle Hitit ve Minos uygarlıklarının etkileri görülür. Girit Adası’ndaki  M.Ö. XV. Yüzyıl içinde yapıldığı saptanan freskolarda sağ ellerinde eldiven olan gençlerin boks yaptıkları görülür. Hititlerdeki, “Amaç Yenmektir.” Prensibi de Olimpiyadlar içinde büyük yer almış olup, eldeki belgelerde  sadece yarışmaları kazananların ismine rastlanırken, hiçbir yarışmada,yenilenlerin adı görülememiştir.

 

Toprak altından çıkarılmış 8 cm boyundaki, elleri ve bacakları kırılmış heykelcik mızrak atma tekniğinde o zamandan beri büyük değişiklik olmadığını vurguluyor.

 

        Hitit uygarlığındaki bazı inanışların, Olimpiyadlar’da da yer alması gayet doğaldır. Coğrafi yakınlık ,kültürlerin ve inanışların karışması Olimpiyad törenlerinde ve felsefesinde de görülür. Hitit’te cenaze törenlerinde ölüler yakılırken, Yunan’da da bu olay, Olimpiyadlar’da büyükbaş hayvanların Zeus için ateşte kavruluncaya kadar yakılması tarzında kendini göstermektedir. Diğer taraftan,Hitit toplumunda doğadaki ikili çelişki- - sıcaklık-soğukluk, gece-gündüz ve iyilik-kötülük olarak ele alınırken, bu anlayış Olimpiyadlar’da “iyi” olanın “kötü” olana üstünlüğü olarak kabul edilmiş ve belki de bu nedenle, sadece yenen sporcunun adı adeta kutsallaştırılırken ,yenilen sporcunun adı dahi anılmamıştır.

       Tarihçilerin üstüne basarak vurguladıkları başka bir husus da, Olimpiyadlar programında yer alan sporların,yüzyıllardır yapılan sporlar olduğunun ve bu sporların Yunanlılar tarafından keşfedilmediği, Mezopotamya, Anadolu ve Ege yörelerinden geldikleridir.

       Olimpiyadlar’ı, bir bakıma Yunanlılar’ı birbirine kaynaştırmak için kullanılan toplum liderleri, daha da ileri bir görüşle, Olimpiyad ve şampiyonların yarattığı adeta efsanevi bir havayı,yörenin başka bölgelerine de taşımak amacıyla, başarı göstermiş ve efsane olmuş bazı şampiyonların heykellerini, çeşitli kentlerde meydanlara dikmişlerdir.

 

 

Sahanın çok sade olmasına karşın sporcuların sahaya giriş yolu gayet ihtişamlı yapılmıştı. Saha etrafında çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere büyük yapıtlar yer almıştı.

 

         Klasik Olimpiyadlar’da iki temel unsuru daima hatırlamak gerekir. Bunlardan biri,Yunan felsefesinde yer almış ve “Arete  diye adlandırılan ve “Güç” anlamına gelen bir kavramdır. Bu güç, savaşta düşmanı yenecek ve Olimpiyadlar’da ise, rakibini alt edecektir. Diğer unsur ise, günümüzün dünyasında dahi daha yeni anlaşılır bir kavram olan sponsorluk kurumudur. Eski Yunan’da, Olimpiyad şampiyonları, adına katıldıkları kentlerle anılırlardı. Elinde bir şampiyonu destekleyecek veya şampiyon olacağına inandığı bir genci koruyacak imkanı olan hemen her kent, bu şampiyonların kendi kentleri adına yarışmaları için bütün imkanlarını kullanırlardı. Bu şampiyonlar da, kentlerin bu cömert davranışlarını hak edebilmek amacıyla, spor’u bir meslek haline dönüştürmüşlerdi. Bu duruma göre,Eski Yunan’da hemen her şampiyon her bakımdan bir profesyoneldi ve geçimini sponsor’dan aldığı destek ve yarışmalarda kazandığı ve hemen paraya çevirebildiği eşya ve mallardan gelen para ile sürdürebiliyordu.

 

 

Koşularda atletler çıkış yerleri belirlenmiş bir taş üstündeki oluklara ayaklarını koyarak yarışa başlarlardı.

   

       Olimpiyadlar’da şampiyonluğa verilen önem bizlerin bugünkü kafa yapımız ve anlayışımız ile değerlendirilemez. Eski Yunan’da toplumlar, taptıkları tanrıların, insanın tüm niteliklerini taşıdığına inanırlardı. O zamanlardaki inanışa göre de, Olimpiyadlar’da şampiyon olan bir sporcu, sanki bir yarı tanrı gibi el üstünde tutulurdu. Bir Olimpiyad şampiyonunun yanında, yendiği bir rakibinin adının dahi geçmemesi belki de bu nedenden kaynaklanır.

Bir boksör heykelinden kopmuş bu parça Olimpiyatlarda boks’un gayet vahşi yöntemlerle yapıldığını sergiliyor. Yumruğun kıvrımındaki sert kösele rakibi yere indirmede mutlaka etken oluyor.

   

       Eski Yunan’da anlayış, ölümden sonra bir yaşam kavramını kabul etmemişti. Belki de bu nedenle, tanrıların insan nitelikleri ile yaşadıklarına inanan toplum, bir bakıma,yarı-tanrı olarak kabul ettikleri Olimpiyad şampiyonlarına taparcasına hayrandı.

       Klasik Olimpiyadları sadece bir spor şöleni olarak görmek doğru olmayacaktır. Efsaneye göre ,Tanrılar Tanrısı Zeus için yapıldığı söylenen bu yarışmalar, zamanla, birbirleri ile savaşan Yunan kentlerinin barış zamanlarındaki savaş manevraları olarak kabul edilmiş, savaşta başarılı olacak gençliğin fiziksel yapısının gelişme nedeni olarak kullanılmış, Yunanlı’nın Yunanlı’yı öldürmesini önleyecek ve Yunan   Yarımadası’nda bir birlik kurmak amacı olarak görülmüş ve bir bakıma da dinsel,sosyal ve kültürel kaynaşmanın fırsatı olarak işlenmiştir. Olimpiyadlar’ın 28 yüzyıllık tarihini üç bölümde inceleyebiliriz.

 

Bir vazo üstüne işlenmiş bu çizgiler, atletlerin kalkık kol ve dizlerine bakılırsa günümüzün hız koşucularını andırıyor.

 

       1. M.Ö.776  yılında yapıldığına dair elimizde kanıtlar bulunan ve M.S. 393 tarihinde, o zamanlar Constantinopolis diye adlandırılan bugünkü İstanbul’da oturan Roma İmparatoru I.Theodosius tarafından sona erdirilen ve “Klasik veya Eski Olimpiyadlar” diye adlandırılan 1169 yıllık tarihçe.

       2. M.S.393’den 1896’ya kadar geçen ve belki de doğru olarak, “Yarı-Unutulmuşluk” devri diyebileceğimiz 1503 yıllık zaman kesimi..

       3. Yıllar önce yapılmış ve devamlı olamamış bazı organizasyonlardan ders alan, hayatını ve servetini ortaya koyarak, 1896’da ilk Olimpiyadlar’ı organize eden Baron de Coubertin’in başlatıp devam ettirdiği “Modern Olimpiyadlar

       Adını,yapıldığı Yunanistan’daki Olimpia yöresinden alan Olimpiyadlar’ın başlangıç tarihi, kesinlikle M.Ö.776 olduğunun saptanamamasına rağmen, bu olayı başlatan nedenler konusunda tarihçiler,aralarında pek anlaşamamaktadırlar.

 

Başka bir vazo üstündeki bu çizgilerde dirsek ve dizler sanki uzun mesafe koşucularının daha yere yakın olan koşu tarzlarını simgeliyor.

 

      Bazıları , Olimpiyadlar’ın “Tanrılar Tanrısı Zeus” adına yapıldığını savunurken, diğerleri,o devirde efsanevi bir kahraman olarak adı hürmetle anılan Pelops’un hatırası için başladığını söylerler. Aslında, Olimpiyadlar’ın tarihi incelendiğinde, zamanla Yunan tiyatrosunun belkemiğini oluşturacak trajedi, dram ve sembolizmin büyük rolü olduğu görülecektir.

       Eldeki bilgilere göre, bu ilk Olimpiyadlar’ın programında, “stade” diye anılan spor sahasının uzunluğu olan 192 metreyi kapsayan bir sprint (hız) koşusu bir bakıma, Olimpiyadlar’ın temelini oluşturduğundan dolayı,her Olimpiyad,bu koşunun galibinin adı ile anılırdı. Bu nedenle de, M.Ö.776 Olimpiyad Oyunları’nın adı Coroebus veya Koriobus olarak da geçer.

       Bu arada,bölgede güvenin sağlanması ve halkın daha rahat bir yaşama kavuşması ile, Olimpiyad programı da zamanla zenginleşti. Gençlerin de bu oyunlarda yer almasını sağlamak amacı ile, kendi aralarında yapılan çeşitli spor yarışmalarına katılmaları gerçekleşti.

       Olimpiyadlar’daki şampiyonluğun önemini ve kıymetini anlamak için, bir zamanlar Yunanistan’ı hakimiyeti altına alan Makedonya Kralı ve Büyük İskender’in babası II.Philip’in dahi M.Ö.356 ve daha sonraki iki Olimpiyad’a da katılarak,hem de üç ayrı spor’da birinci olduğunu bilmek yetebilir.

 

Atletin elindeki ağırlık eldeki bilgilere göre uzun atlayıcılar tarafından kullanılırmış. Günümüzde yapılan araştırmalar elde taşınan ağırlığın koşarak atlamada bir faydası olduğunu göstermemiştir.

   

      Klasik Olimpiyadlar’da şampiyonlar genelde,spor’u bir meslek olarak kabul ederlerdi. Bu nedenle de, her dört yılda bir yapılan Olimpiyadlar’a hazırlık olarak bu süre içinde diğer kentlerde yapılan yarışmalara katılır ve bir bakıma formlarını korurlardı.Bunlar arasında, M.Ö. 164,160,156 ve 152 yıllarında, yani 154,155,156 ve 157.Olimpiyad Oyunları’nda kısa ve uzun mesafede ve zırhlı koşuların hepsinde birinci olmuş ve tam 12 kez şampiyon olan Rodos’lu Leonidas  bir efsane şampiyon olarak anılır.

       Romalılar’ın M.Ö.II asırda Yunanistan’a hakim olmaları ile Oyunlar’ın kurallarına bazı değişiklikler yapıldı ve sadece Yunan vatandaşlarına açık olması gereken Olimpiyadlar’a, Roma İmparatorluğu’nun,sınırları içindeki herkesin katılması gerçekleştirildi.

       Pek çok tanınmış asker ve aralarında zamanında Roma İmparatoru dahi olmuş kişiler Olimpiyadlar’da yarıştı. Spor’la hiçbir ilgisi olmamasına karşın,kendisinin de tarihte bir Olimpiyad şampiyonu olarak geçmesini isteyen Roma İmparatoru Nero,M.S.65 yılındaki Olimpiyadlar’da programda olmayan atlı araba yarışmaları yaptırmış ve katılmış, rakiplerinin korkudan yarışamadıkları bir ortamda, Olimpiyad şampiyonu olmayı başarmıştı.

 

Roma imparatoru Nero dahi olimpiyatların çekiciliğinden kendini kurtaramamış ve programda olmamasına rağmen atlı araba yarışmalarında

tüm rakiplerin çekilmesi veya çekinmesi sonunda olimpiyat şampiyonu olmuştur.

 

       Demokrasi’nin beşiği olarak kabul edilen Yunan’da Olimpiyad Oyunları,sadece Yunanlılar için yapılırdı. Hiçbir yabancı veya esirler Oyunlar’a katılamaz,kadınlar da sahaya seyirci olarak dahi giremezlerdi. Yetkililerin gözünden kaçarak,seyirci olarak sahaya giren kadın ,en yüksek bir tepenin  üstünden aşağı atılarak ölüme gönderilirdi. Tarihçiler,bu ölümcül cezanın tek bir kez uygulanmadığını ve ailesinde pek çok Olimpiyad şampiyonu olan bir kadının,yakalanmasına rağmen serbest bırakıldığını yazarlar.

       Kadınların yarışmaların yapıldığı sahaya girmesi,sadece arabayı çeken atların  sahibi kadın olduğu zaman gerçekleşebilirdi.

       Olimpiyad Oyunları arasındaki dört yıl “Olimpiad” diye adlandırılır ve oyunlar sırasında tüm yetki hakeme bırakılırdı. Zamanla, spor dallarının çoğalması nedeniyle hakemlerin sayısı 10’a çıkarılmıştı.

       Oyunlar sonunda şampiyon olan sporcuya verilecek ödüller de hakem tarafından verilirdi.

       Yarışmalara katılmak isteyen genç, Yunan vatandaşı da olsa, hakemlere hırsızlık veya cinayetten sabıkası olmadığını ispatlaması gerekirdi. Yarışmalara kabul edilen sporcuların adları ve katılacakları spor dallarını gösteren bir liste, herkesin görebileceği bir yere konur ve oyunlar sonuna kadar asılı kalırdı. Katılacak atletler, Olimpiyad kurallarına uyacaklarına dair yemin ederlerdi.

       Zamanla seyirci sayısının artması ve eldeki tesisin yetersizliği nedeniyle ilk yapılan stad üç kez yenilenmişti. Onbinlerce  seyircinin ayakta seyrettiği oyunlar sırasında, zamanın tanınmış feylesof, düşünür, şair ve hatta tarihçileri de gelir,konuşmalar yapar ve Olimpiyadlar’ı seyrederlerdi.

       Stad’ın içten içe boyu,192 metrelik koşunun yapılabileceği uzunlukta olup,genişliği de 35 metreyi geçmezdi.

       Eski Olimpiyadlar’la günümüzün sporları arasındaki en büyük fark,Olimpiyadlar’ın tamamen kişi sporuna dayalı bir anlayışla  programlanmış olmasıdır. Eski Olimpiyadlar’da ,bu nedenle hiçbir takım oyunu veya sporuna rastlanamaz. En kısa koşu,12 yüzyıllık bilinen tarihi içinde,192 metre ve en uzunu da,daha sonraları eklenen ve adına “uzun koşu” denen,  stad’ın, başından sonuna kadar yedi veya 24 kez koşulmasını kapsayan yarışlardı.

       Zamanımıza kadar yıpranmadan durabilen heykel ve yapıtlarda görülen güzellik ve mükemmellik vasıflarını Olimpiyadlar’da  da kullanan Eski Yunanlılar, Olimpia’daki spor yapılan yörede yönetim,sağlık merkezleri ile Olimpiyadlar’a katılacak sporcuların yarışmalar başlamadan bir ay önceden gelmeleri gerektiğinden,bu sporcuları barındıracak lojmanların ve bunların yanında sanat eserlerinin bulunmasına dikkat ederlerdi.

 

MÖ V. yy’ dan kalma bu ufak figür güreş sporunun geçmişine ışık tutuyor.

   

       Olimpiyadlar’da tüm sporcular çıplak olarak yarışırlardı. Güneşten fazla rahatsız olmamak ve ciltlerini korumak amacı ile sporcular vücutlarına zeytinyağı sürerlerdi. Olimpiyadlar’ın bu haşmeti,etrafa saçtığı hürmet, şampiyonların şöhreti ve toplum üzerindeki olumlu etkisinden olacak, zamanın pek çok tanınmış yazarı,olayı konu olarak ele almıştı. Bu yazarlar arasında,Eski  Olimpiyadlar’a eserlerinde çok büyük yer veren kişi olan Pindar akla gelir. Ama bu kadar heyecan,zafer,yenilgi,dram ve trajedilerin gözler önündeki bir toplamı olan Olimpiyadlar’ı konu ederek, şairliği yanında spora verdiği önemle M.Ö. 518-438 yılları arasında yaşadığı sanılan Pindar,bir bakıma da “Spor Yazarlarının Babası” ünvanını alacak kadar meşhur olmuştu.

       Eski Yunan’daki abartılı anlatış tarzıyla kaleme alınmış şiirleri ile,şampiyonların Olimpiyadlar’daki yarışmalarını anlatan Pindar, kendi hayal gücünden çıkardığı bir kahramanın da zamanımıza kadar gelmesini sağlamıştır.

       Atina’nın şimdiki İranlılar’ın dedesi sayılabilecek ve yakın yörelerde büyük imparatorluklar kurmuş Persler’i M.Ö. 490’da yendikleri Maraton Savaşı’nı anlatan bir şiirinde Pindar, Philippides adlı bir askerin, Atina’ya 40 km’lik bir mesafede bulunan Maraton’dan koşarak gelmesi, zafer haberini vermesi ve yorgunluktan düşüp ölmesini anlatmış ve bu şiir zamanımızda dahi,hala gerçek olarak algılanan bir kanı haline dönüşmüştür.

       Aslında,o zamanlar,uzun mesafe haberleşmesi,bu işi bir meslek haline getiren ve idmanlı kişiler tarafından yapılırdı. “Tarihçilerin Babası” diye anılan Heredot’un bu konuda hiçbir şey yazmaması,işin Pindar tarafından dramatize edilmiş  bir olay olduğunu desteklemektedir.

       Olimpiyadlar tarihi,zamanla çok gelişecek ve günümüzde dahi bizleri heyecanlandıracak Yunan tiyatrosunun tüm trajedisi,dram ve sembolik kavramlarına sahiptir. Olimpiyadlar süresince yapılan türlü şenlikler ve törenler arasında bir “Kara Koç” kurban edilmesi olayı da bu sembolizmin gayet açık bir örneğidir. Yöreye adını vermiş ve yönetimde olduğu sürece çok başarılı olmuş Pelops’un hayatının bazı bölümleri,Olimpiyadlar sırasında,gayet sembolik olarak yaşatılırdı. Efsaneye göre, Pelops’u öldüren babası,cesedi parçalara ayırmış ve bir kazanda pişirdikten sonra belki de tanrılara sunmuştu. Buna dayanarak, Olimpiyadlar sırasında Zeus Tapınağı’nın merdivenleri yerine,bir çukurda kesilen “Kara Koç” bir bakıma, “Kara Kişi” anlamına gelen Pelops’u çağrıştırırdı.

       Olimpiyadlar’ın yapıldığı sahanın, zamanla genişlemesi,büyük ve sanat eseri olarak kabul edilen yapıtların yer alması,12 metre boyunda bir Zeus heykelini içine alabilecek kadar büyük bir tapınağın yapılması, spor tesisleri ve sporcuların barınakları ile birlikte, bu bölgenin gayet çarpıcı ve göz alıcı, turistler için çekici bir yer olmasını sağlamıştır.

       Roma, Yunanistan’ı egemenliği altına aldığı M.Ö.II yüzyıldan itibaren, Oyunlar’a katılma, imparatorluk sınırları içindeki her vatandaşa tanındı. Roma’nın spora genelde “eğlence” olarak bakması da, Olimpiyadlar’ın kalite ve değerini azalttı denebilir.

       Bazı tarihçilere göre, Olimpiyadlar’ın çok sayıda seyirciyi yöreye getirdiğini ve bazı yıllar,seyircinin 40000’in de üstünde olduklarını yazarlarsa da, bu kadar büyük bir kitlenin, Oyunlar’ın yapıldığı stada sığması imkansız gibi görülmektedir.

 

 

Yayına Hazırlayan : Cüneyt TANER - Samet YILMAZ