Her 4 yılda bir, yaz ayları içinde organize edildi
Günümüzde, dünyanın en büyük spor şöleni olarak kabul
edilen Olimpiyad Oyunları, aynı zamanda
üzerinde en çok yazılan ve konuşulan konulardan biri. Bir kısmı efsane, biraz
eksik olan, gerçek bulgulara dayanan bir geçmişi olan bu olgunun ilk 1200 yılı
Antik veya Eski Olimpiyadlar diye adlandırılıyor. Bu devreye ait tüm bilgiler
için, Yunanistanın Olimpia yöresinde son iki yüz yıldır kazı yapan
arkeologlara teşekkür borçluyuz. Zira, onların bulguları olmadan, belki de
Olimpiyadlar konusu hala geçmişin karanlıklarında saklanırdı. Din, politika ve
ekonominin iç içe kaynaştığı Olimpiyadlar kavramını daha iyi anlayabilmek için,
bundan epey gerilere, M.Ö.766ya dönmemiz gerekiyor.
Çok ilginçtir - -bilim adamları Tarih yazı ile başlar derler.Bir bakıma da Dünya tarihi Sümerlerle başlamış denebilir. Yunan tarihi ise,bu tarife göre M.Ö. 766da başlamıştır. Zira, eldeki en eski yazılı belgeler, kayıtları tutulmuş ve o yıl yapıldığı saptanmış Olimpiyadlara aittir.
Her şeyden önce kabul edilmesi gereken gerçek, dünyada sporun Yunanistanın Olimpia yöresinde başlamadığıdır. Böyle bir inanış, yağlı güreşin Kırkpınarda başladığına inanmak kadar yanlış olacaktır. Olimpiyadlar, adını bu yöreden almış ve hiçbir kesintiye uğramadan 1200 yıl devam etmiş bir olgudur. Diğer kentlerde yapılan başka spor şölenleri de Olimpiyadları örnek almışlar ama hiçbiri Olimpiyadlar kadar önem taşıyamamışlardır.
Buna karşın, bir tarihçi gözü ile de M.Ö.776 da Olimpiada
yapılan yarışmaların , Olimpiyadların ilk organizasyonu olduğunu da söylemek, yeni ortaya atılan görüşler ışığında,
pek kolay olmayacaktır. Zira, Olimpia yöresindeki kazılar sonucu ortaya çıkan
bulgular, bu yörede çok daha önceleri bu gibi yarışmaların yapıldığını
göstermiştir. Daha doğru bir anlatımla- -M.Ö.
776da Olimpiada yapılan yarışmaların,kayıtları tutulmuş ve bu belgeleri
elimizde bulunan en eski tarihli Olimpiyad olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci çok önemli bir husus, Olimpiyadların başından beri Yunan yarımadasında büyük ilgi görmediğidir. M.Ö. VII. yyda yaşadığı sanılan Homerin eserlerinde bu kutsal olduğu kadar spor ve sanata dönük yarışmaların yer almaması da epey düşündürücü bir gerçektir. Arkeolojik bulgulardan faydalanan bazı tarihçiler,M.Ö.XV. yüzyıldan beri yörede yapılmakta olan bu gibi organizasyonların, M.Ö. 776dan sonra biraz canlandığını dahi ileri sürmektedirler.
Klasik olimpiyatlarda yapılan tüm yarışmaların merkezi 192 metrelik düz bir koşu pisti ve etrafındaki hafif meyilli iki tepeciktir. Tüm seyirciler oyunları ayakta seyrederdi.
Günlük yaşam içindeki yeri kesinlikle bilinmemekle birlikte, Sümer, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları devrinde günümüzde yapılan sporlara benzeyen fiziksel aktivitelerin yapıldığı bilinmektedir. Olimpiyadların felsefesinde ,kesinlikle Hitit ve Minos uygarlıklarının etkileri görülür. Girit Adasındaki M.Ö. XV. Yüzyıl içinde yapıldığı saptanan freskolarda sağ ellerinde eldiven olan gençlerin boks yaptıkları görülür. Hititlerdeki, Amaç Yenmektir. Prensibi de Olimpiyadlar içinde büyük yer almış olup, eldeki belgelerde sadece yarışmaları kazananların ismine rastlanırken, hiçbir yarışmada,yenilenlerin adı görülememiştir.
Toprak altından çıkarılmış 8 cm boyundaki, elleri ve bacakları kırılmış heykelcik mızrak atma tekniğinde o zamandan beri büyük değişiklik olmadığını vurguluyor.
Tarihçilerin üstüne basarak vurguladıkları başka bir husus da, Olimpiyadlar programında yer alan sporların,yüzyıllardır yapılan sporlar olduğunun ve bu sporların Yunanlılar tarafından keşfedilmediği, Mezopotamya, Anadolu ve Ege yörelerinden geldikleridir.
Olimpiyadları, bir bakıma Yunanlıları birbirine kaynaştırmak için kullanılan toplum liderleri, daha da ileri bir görüşle, Olimpiyad ve şampiyonların yarattığı adeta efsanevi bir havayı,yörenin başka bölgelerine de taşımak amacıyla, başarı göstermiş ve efsane olmuş bazı şampiyonların heykellerini, çeşitli kentlerde meydanlara dikmişlerdir.
Sahanın çok sade olmasına karşın
sporcuların sahaya giriş yolu gayet ihtişamlı yapılmıştı. Saha etrafında
çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere büyük yapıtlar yer almıştı.
Koşularda atletler çıkış yerleri belirlenmiş bir taş üstündeki oluklara ayaklarını koyarak yarışa başlarlardı.
Olimpiyadlarda şampiyonluğa verilen önem bizlerin bugünkü kafa yapımız ve anlayışımız ile değerlendirilemez. Eski Yunanda toplumlar, taptıkları tanrıların, insanın tüm niteliklerini taşıdığına inanırlardı. O zamanlardaki inanışa göre de, Olimpiyadlarda şampiyon olan bir sporcu, sanki bir yarı tanrı gibi el üstünde tutulurdu. Bir Olimpiyad şampiyonunun yanında, yendiği bir rakibinin adının dahi geçmemesi belki de bu nedenden kaynaklanır.
Bir boksör
heykelinden kopmuş bu parça Olimpiyatlarda boksun gayet vahşi yöntemlerle
yapıldığını sergiliyor. Yumruğun kıvrımındaki sert kösele rakibi yere indirmede
mutlaka etken oluyor.
Eski Yunanda anlayış, ölümden sonra bir yaşam kavramını kabul etmemişti. Belki de bu nedenle, tanrıların insan nitelikleri ile yaşadıklarına inanan toplum, bir bakıma,yarı-tanrı olarak kabul ettikleri Olimpiyad şampiyonlarına taparcasına hayrandı.
Klasik Olimpiyadları sadece bir spor şöleni olarak görmek doğru olmayacaktır. Efsaneye göre ,Tanrılar Tanrısı Zeus için yapıldığı söylenen bu yarışmalar, zamanla, birbirleri ile savaşan Yunan kentlerinin barış zamanlarındaki savaş manevraları olarak kabul edilmiş, savaşta başarılı olacak gençliğin fiziksel yapısının gelişme nedeni olarak kullanılmış, Yunanlının Yunanlıyı öldürmesini önleyecek ve Yunan Yarımadasında bir birlik kurmak amacı olarak görülmüş ve bir bakıma da dinsel,sosyal ve kültürel kaynaşmanın fırsatı olarak işlenmiştir. Olimpiyadların 28 yüzyıllık tarihini üç bölümde inceleyebiliriz.
Bir vazo üstüne işlenmiş bu çizgiler, atletlerin kalkık kol ve dizlerine bakılırsa günümüzün hız koşucularını andırıyor.
1. M.Ö.776 yılında yapıldığına dair elimizde kanıtlar bulunan ve M.S. 393 tarihinde, o zamanlar Constantinopolis diye adlandırılan bugünkü İstanbulda oturan Roma İmparatoru I.Theodosius tarafından sona erdirilen ve Klasik veya Eski Olimpiyadlar diye adlandırılan 1169 yıllık tarihçe.
2. M.S.393den 1896ya kadar geçen ve belki de doğru olarak, Yarı-Unutulmuşluk devri diyebileceğimiz 1503 yıllık zaman kesimi..
3. Yıllar önce yapılmış ve devamlı olamamış bazı organizasyonlardan ders alan, hayatını ve servetini ortaya koyarak, 1896da ilk Olimpiyadları organize eden Baron de Coubertinin başlatıp devam ettirdiği Modern Olimpiyadlar
Adını,yapıldığı Yunanistandaki Olimpia yöresinden alan Olimpiyadların başlangıç tarihi, kesinlikle M.Ö.776 olduğunun saptanamamasına rağmen, bu olayı başlatan nedenler konusunda tarihçiler,aralarında pek anlaşamamaktadırlar.
Başka bir vazo üstündeki bu çizgilerde dirsek ve dizler sanki uzun mesafe koşucularının daha yere yakın olan koşu tarzlarını simgeliyor.
Bazıları , Olimpiyadların Tanrılar Tanrısı Zeus adına yapıldığını savunurken, diğerleri,o devirde efsanevi bir kahraman olarak adı hürmetle anılan Pelopsun hatırası için başladığını söylerler. Aslında, Olimpiyadların tarihi incelendiğinde, zamanla Yunan tiyatrosunun belkemiğini oluşturacak trajedi, dram ve sembolizmin büyük rolü olduğu görülecektir.
Eldeki bilgilere göre, bu ilk Olimpiyadların programında, stade diye anılan spor sahasının uzunluğu olan 192 metreyi kapsayan bir sprint (hız) koşusu bir bakıma, Olimpiyadların temelini oluşturduğundan dolayı,her Olimpiyad,bu koşunun galibinin adı ile anılırdı. Bu nedenle de, M.Ö.776 Olimpiyad Oyunlarının adı Coroebus veya Koriobus olarak da geçer.
Bu arada,bölgede güvenin sağlanması ve halkın daha rahat bir yaşama kavuşması ile, Olimpiyad programı da zamanla zenginleşti. Gençlerin de bu oyunlarda yer almasını sağlamak amacı ile, kendi aralarında yapılan çeşitli spor yarışmalarına katılmaları gerçekleşti.
Olimpiyadlardaki şampiyonluğun önemini ve kıymetini anlamak için, bir zamanlar Yunanistanı hakimiyeti altına alan Makedonya Kralı ve Büyük İskenderin babası II.Philipin dahi M.Ö.356 ve daha sonraki iki Olimpiyada da katılarak,hem de üç ayrı sporda birinci olduğunu bilmek yetebilir.
Atletin elindeki ağırlık eldeki bilgilere göre uzun atlayıcılar tarafından kullanılırmış. Günümüzde yapılan araştırmalar elde taşınan ağırlığın koşarak atlamada bir faydası olduğunu göstermemiştir.
Klasik Olimpiyadlarda şampiyonlar genelde,sporu bir meslek olarak kabul ederlerdi. Bu nedenle de, her dört yılda bir yapılan Olimpiyadlara hazırlık olarak bu süre içinde diğer kentlerde yapılan yarışmalara katılır ve bir bakıma formlarını korurlardı.Bunlar arasında, M.Ö. 164,160,156 ve 152 yıllarında, yani 154,155,156 ve 157.Olimpiyad Oyunlarında kısa ve uzun mesafede ve zırhlı koşuların hepsinde birinci olmuş ve tam 12 kez şampiyon olan Rodoslu Leonidas bir efsane şampiyon olarak anılır.
Romalıların M.Ö.II asırda Yunanistana hakim olmaları ile Oyunların kurallarına bazı değişiklikler yapıldı ve sadece Yunan vatandaşlarına açık olması gereken Olimpiyadlara, Roma İmparatorluğunun,sınırları içindeki herkesin katılması gerçekleştirildi.
Pek çok tanınmış asker ve aralarında zamanında Roma İmparatoru dahi olmuş kişiler Olimpiyadlarda yarıştı. Sporla hiçbir ilgisi olmamasına karşın,kendisinin de tarihte bir Olimpiyad şampiyonu olarak geçmesini isteyen Roma İmparatoru Nero,M.S.65 yılındaki Olimpiyadlarda programda olmayan atlı araba yarışmaları yaptırmış ve katılmış, rakiplerinin korkudan yarışamadıkları bir ortamda, Olimpiyad şampiyonu olmayı başarmıştı.
Roma imparatoru Nero dahi olimpiyatların çekiciliğinden kendini kurtaramamış ve programda olmamasına rağmen atlı araba yarışmalarında
tüm rakiplerin çekilmesi veya çekinmesi sonunda olimpiyat
şampiyonu olmuştur.
Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen Yunanda Olimpiyad Oyunları,sadece Yunanlılar için yapılırdı. Hiçbir yabancı veya esirler Oyunlara katılamaz,kadınlar da sahaya seyirci olarak dahi giremezlerdi. Yetkililerin gözünden kaçarak,seyirci olarak sahaya giren kadın ,en yüksek bir tepenin üstünden aşağı atılarak ölüme gönderilirdi. Tarihçiler,bu ölümcül cezanın tek bir kez uygulanmadığını ve ailesinde pek çok Olimpiyad şampiyonu olan bir kadının,yakalanmasına rağmen serbest bırakıldığını yazarlar.
Kadınların yarışmaların yapıldığı sahaya girmesi,sadece arabayı çeken atların sahibi kadın olduğu zaman gerçekleşebilirdi.
Olimpiyad Oyunları arasındaki dört yıl Olimpiad diye adlandırılır ve oyunlar sırasında tüm yetki hakeme bırakılırdı. Zamanla, spor dallarının çoğalması nedeniyle hakemlerin sayısı 10a çıkarılmıştı.
Oyunlar sonunda şampiyon olan sporcuya verilecek ödüller de hakem tarafından verilirdi.
Yarışmalara katılmak isteyen genç, Yunan vatandaşı da olsa, hakemlere hırsızlık veya cinayetten sabıkası olmadığını ispatlaması gerekirdi. Yarışmalara kabul edilen sporcuların adları ve katılacakları spor dallarını gösteren bir liste, herkesin görebileceği bir yere konur ve oyunlar sonuna kadar asılı kalırdı. Katılacak atletler, Olimpiyad kurallarına uyacaklarına dair yemin ederlerdi.
Zamanla seyirci sayısının artması ve eldeki tesisin yetersizliği nedeniyle ilk yapılan stad üç kez yenilenmişti. Onbinlerce seyircinin ayakta seyrettiği oyunlar sırasında, zamanın tanınmış feylesof, düşünür, şair ve hatta tarihçileri de gelir,konuşmalar yapar ve Olimpiyadları seyrederlerdi.
Stadın içten içe boyu,192 metrelik koşunun yapılabileceği uzunlukta olup,genişliği de 35 metreyi geçmezdi.
Eski Olimpiyadlarla günümüzün sporları arasındaki en büyük fark,Olimpiyadların tamamen kişi sporuna dayalı bir anlayışla programlanmış olmasıdır. Eski Olimpiyadlarda ,bu nedenle hiçbir takım oyunu veya sporuna rastlanamaz. En kısa koşu,12 yüzyıllık bilinen tarihi içinde,192 metre ve en uzunu da,daha sonraları eklenen ve adına uzun koşu denen, stadın, başından sonuna kadar yedi veya 24 kez koşulmasını kapsayan yarışlardı.
Zamanımıza kadar yıpranmadan durabilen heykel ve yapıtlarda görülen güzellik ve mükemmellik vasıflarını Olimpiyadlarda da kullanan Eski Yunanlılar, Olimpiadaki spor yapılan yörede yönetim,sağlık merkezleri ile Olimpiyadlara katılacak sporcuların yarışmalar başlamadan bir ay önceden gelmeleri gerektiğinden,bu sporcuları barındıracak lojmanların ve bunların yanında sanat eserlerinin bulunmasına dikkat ederlerdi.
MÖ V. yy dan kalma bu ufak figür güreş sporunun geçmişine ışık tutuyor.
Olimpiyadlarda tüm sporcular çıplak olarak yarışırlardı. Güneşten fazla rahatsız olmamak ve ciltlerini korumak amacı ile sporcular vücutlarına zeytinyağı sürerlerdi. Olimpiyadların bu haşmeti,etrafa saçtığı hürmet, şampiyonların şöhreti ve toplum üzerindeki olumlu etkisinden olacak, zamanın pek çok tanınmış yazarı,olayı konu olarak ele almıştı. Bu yazarlar arasında,Eski Olimpiyadlara eserlerinde çok büyük yer veren kişi olan Pindar akla gelir. Ama bu kadar heyecan,zafer,yenilgi,dram ve trajedilerin gözler önündeki bir toplamı olan Olimpiyadları konu ederek, şairliği yanında spora verdiği önemle M.Ö. 518-438 yılları arasında yaşadığı sanılan Pindar,bir bakıma da Spor Yazarlarının Babası ünvanını alacak kadar meşhur olmuştu.
Eski Yunandaki abartılı anlatış tarzıyla kaleme alınmış şiirleri ile,şampiyonların Olimpiyadlardaki yarışmalarını anlatan Pindar, kendi hayal gücünden çıkardığı bir kahramanın da zamanımıza kadar gelmesini sağlamıştır.
Atinanın şimdiki İranlıların dedesi sayılabilecek ve yakın yörelerde büyük imparatorluklar kurmuş Persleri M.Ö. 490da yendikleri Maraton Savaşını anlatan bir şiirinde Pindar, Philippides adlı bir askerin, Atinaya 40 kmlik bir mesafede bulunan Maratondan koşarak gelmesi, zafer haberini vermesi ve yorgunluktan düşüp ölmesini anlatmış ve bu şiir zamanımızda dahi,hala gerçek olarak algılanan bir kanı haline dönüşmüştür.
Aslında,o zamanlar,uzun mesafe haberleşmesi,bu işi bir meslek haline getiren ve idmanlı kişiler tarafından yapılırdı. Tarihçilerin Babası diye anılan Heredotun bu konuda hiçbir şey yazmaması,işin Pindar tarafından dramatize edilmiş bir olay olduğunu desteklemektedir.
Olimpiyadlar tarihi,zamanla çok gelişecek ve günümüzde dahi bizleri heyecanlandıracak Yunan tiyatrosunun tüm trajedisi,dram ve sembolik kavramlarına sahiptir. Olimpiyadlar süresince yapılan türlü şenlikler ve törenler arasında bir Kara Koç kurban edilmesi olayı da bu sembolizmin gayet açık bir örneğidir. Yöreye adını vermiş ve yönetimde olduğu sürece çok başarılı olmuş Pelopsun hayatının bazı bölümleri,Olimpiyadlar sırasında,gayet sembolik olarak yaşatılırdı. Efsaneye göre, Pelopsu öldüren babası,cesedi parçalara ayırmış ve bir kazanda pişirdikten sonra belki de tanrılara sunmuştu. Buna dayanarak, Olimpiyadlar sırasında Zeus Tapınağının merdivenleri yerine,bir çukurda kesilen Kara Koç bir bakıma, Kara Kişi anlamına gelen Pelopsu çağrıştırırdı.
Olimpiyadların yapıldığı sahanın, zamanla genişlemesi,büyük ve sanat eseri olarak kabul edilen yapıtların yer alması,12 metre boyunda bir Zeus heykelini içine alabilecek kadar büyük bir tapınağın yapılması, spor tesisleri ve sporcuların barınakları ile birlikte, bu bölgenin gayet çarpıcı ve göz alıcı, turistler için çekici bir yer olmasını sağlamıştır.
Roma, Yunanistanı egemenliği altına aldığı M.Ö.II yüzyıldan itibaren, Oyunlara katılma, imparatorluk sınırları içindeki her vatandaşa tanındı. Romanın spora genelde eğlence olarak bakması da, Olimpiyadların kalite ve değerini azalttı denebilir.
Bazı tarihçilere göre, Olimpiyadların çok sayıda seyirciyi yöreye getirdiğini ve bazı yıllar,seyircinin 40000in de üstünde olduklarını yazarlarsa da, bu kadar büyük bir kitlenin, Oyunların yapıldığı stada sığması imkansız gibi görülmektedir.
Yayına Hazırlayan : Cüneyt TANER - Samet YILMAZ