Prof.Dr.Emin ERGEN
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Spor Hekimliği Bilim Dalı
Sıhhiye-Ankara
John Naisbitt ve Patricia
Aburdene 2000’li Yıllar - Megatrends
başlıklı kitaplarında 1990’lı yıllarda başlayıp 2000’li yıllarda devam edecek
olan ve 3üncü bin yılı etkileyeceği düşünülen büyük değişim ve gelişimleri on
başlık altında toplamaktadırlar. Bunlar;
Evrensel ekonomik patlama
Sanatta yeniden doğuş
Serbest piyasa sosyalizminin doğuşu
Evrensel yaşam tazları ve kültürel milliyetçilik
Refah devletinin özelleştirilmesi
Pasifik kuşağının yükselişi
Kadın liderlerin yükselişi
Biyoloji çağı
3.bin yıldadinsel yeniden doğuş
Bireyin zaferi
Bu yazının içeriğine en
uygun olanı kuşkusuz BİYOLOJİ ÇAĞI’dır.
Günümüzde biyolojik bilimler sağlıktan tarıma, hayvancılıktan sosyal bilimlere
kadar geniş bir yelpaze içinde yer almaktadır. Ayrıca biyoloji, teknolojik
gelişmelere sıkı sıkıya bağlı bir paralellik göstermektedir.
Davranış bilimcilerin bazı
patolojileri açıklayabilmeleri birtakım biyolojik sırların açığa
çıkarılabilmesiyle mümkün olmuştur. Belkide psikoz sınırlarına girmeyen birçok
davranış bozukluğumuz aynı zamanda bazı besinleri eksik almamızdan
kaynaklanmaktadır. En basit örneğiyle fizyolojik sınırlar içerisindeki
hipoglisemik bir durumda biraz daha sinirli olmuyormuyuz?
Biyolojik terminoloji
birçok teknolojik aygıtların isimlendirilmesinde kullanıldığını görmekteyiz.
Örneğin teknolojik sistemlerin temel elemanlarından olan bilgisayarlarda fare
(=mouse) bulunmakta, işletimlerini bozan virüslerden söz edilmekte ve hatta
bazı markalar bitki isimleri (Lotus, Tulip, Apple) ile anılmaktadır.
Gerçektende bilindik bazı canlı türlerin yardımından yararlanan teknoloji son
yıllarda çok önemli gelişmeler kaydetmiş bulunuyor. Biyoteknoloji sayesinde daha
çok süt veren inekler, parazitlere dayanıklı besinler, daha büyük ve geç
bozulan ürünler elde edilebilmektedir. Öyle ki, süpermarketlerde bozulmayı haber veren mikrochip
üretimi üzerinde çalışılmakta ve daha
kolay avlanan tatlı su balıkları üretimi hesapları yapılmaktadır.
Tüm bu biyoteknolojik
gelişimlerin bedelleri üzerine yoğun tartışmalar izlemekteyiz. Artan nüfusu
beslemek üzere planlanan bu süreçlerin aynı zamanda ahlaki, yasal ve toplumsal
uzantıları bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıl genetik
kopyalamanın gündeme gelmesi ile hızlanan tartışmalar henüz hızını
kaybetmiş görünmüyor. ABD, İtalya, Japonya, Almanya laboratuar artığı genetik
materyallerin doğaya bırakılmaması konusunda yasaları kabul etmiş durumdadır.
Birçok araştırmacı bu hızla gidilirse doğal ve vahşi çevrenin bir gün sona
ereceği ve herşeyin evcilleşeceği görüşünü getiriyorlar. Böylece belkide,
hiçbir yabanıl bitki, hayvan olmayacak, yalnızca insan (vahşi=dokunulmamış,
bozulmamış tür olarak) kalacak.
Geçtiğimiz yıllarda ABD’den bir hukukçu
olan RIFKIN dona karşı dayanıklılık
sağlayan bazı maddelerin doğal dengeyi bozacağını öne sürerek kullanımını yasaklayan bir kararı federal
mahkemeden çıkarabilmiş ve birçok başvuruya emsal oluşturmuş bulunuyor. Savunulan ana nokta şu ; bir genetik kaza nükleer kazadan daha mı az zarar verecek ? Çünkü
taş ve sopayla başlayan silahın evrimi nükleer başlıklara kadar dayandığına
göre, masum genetik çalışmalarla başlayan bu biyoteknoljik devrim nereye kadar
gidebilir?
Öte yandan büyüklüğü ve kaynakları belirli olan
yerküremizi düşündüğümüzde beslenmeye ilişkin başka bir tablo daha
karşımıza çıkıyor. Tablo şu;
Tarih boyunca insan
toplulukları dört temel beslenme düzeninde yaşamlarını sürdürmüşler ve
sürdürmektedirler.
1. Primitif
avcılar
2. Çiftçi-köylüler
3. Kentliler
4. Varlıklılar
Herbir grubun beslenme
sorunları ve çözümleri farklılık göstermektedir. Örneğin sosyal antropologlar avcı grubu önceleri yalnızca vejeteryan olarak tanımlamaktadırlar.
Daha sonraları etoburlaşan bu grubun temel gıda gereksinimleri tamamen
karşılanabilmekteydi. Aslında yaşam sürdükleri yerel koşullara göre daha çok
bitkisel besinler alan bu grup doğal çevrede yoğun bir hareket içinde
olduğundan enerji fazlası problemleri (obesite) olmadığı, ağızlarında diş
çürüğüne rastlanmadığı, eğer kaza yada enfeksiyonla karşılaşmazlarsa 65 yaşına
kadar sağlıklı bir yaşam sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Sir Stanley Davidson’un
yazılarında, Botswana’da hala ilkel yaşam tarzı sürdüren bir yerli kabilenin
bireyleri üzerinde yapılan bir çalışmada kolesterol miktarlarının 120 mg/100 ml
kadar olduğu bulunmuş. Beslenme durumlarının araştırılmasında ise linoleik
asitten zengin Mongongo fistığını (Ricinodendron rautaneii) bol miktarlarda
tükettikleri görülmüş.
Çiftçi-köylü
grubun ilk örnekleri sulak havzalardan Mezopotamya’da
görülüyor. Birçok uygarlığa beşiklik etmiş bu bölgenin 8-9 bin yıllık geçmişine
göz atılınca ekim alanları yanında yerleşim yerlerinin olduğu izleniyor. Ancak
bu tip toprağa dayalı beslenmede yılın yalnızca birkaç ayı çalışan bireylerde
bazı problemlerin ortaya çıktığını kaynaklardan öğreniyoruz. Öncelikle tek tip
ürüne bağlı beslenmede bazı başka temel gıda maddelerinin alınamaması bir
eksiklik yaratıyor. Örneğin aynı zamanda hayvancılık yapmayan çiftçilerde
protein alımı yetersiz kalabiliyordu. Öte yandan ürünün parazit ve böceklere
karşı dayanıksızlığı yüzünden telef olması halinde açlık büyük bir sorun olarak
belirebiliyordu. Yada tek tip besinde ortaya çıkan toksik maddeler yüzünden
zehirlenmelerle karşılaşılabiliyordu.
Bu bölgede üzüm ve şarap üretimi görülmekteydi. Sedanter yaşamın belkide
ilk örnekleri olabilecek bölgede ayrıca obesite belirmeye başlamıştı.
Sosyal bir süreç olarak kentleşmenin yaygınlaşması beslenme
şeklini de derinden etkilemiş görünüyor. Kentlilerin
üretim olanağı olmadığı için ancak depolanan besinleri tüketme şansı
bulunmaktaydı. Bugün bile altyapı sorunu olan yerleşim yerleri düşünülecek
olursa eskiden kalabalık bir nüfusun problemlerinin ne denli büyük olduğu
kolayca anlaşılabilir. Uygun besin depolama yerlerinin olmaması, tüketimin
hijyenik koşullara göre yapılamaması hem açlık hem de salgın felaketlerine yol
açmıştı.
Varlıklı kesimin
direk olarak üretimle ilişkisi bulunmamakla beraber tüketimin tam içinde oluşu
ise ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Her türlü besin maddesine sahip olabilen
bu grup varlığı tarihin her döneminde karşımıza çıkmaktadır. Obesitenin, kronik
hastalıkların, diş çürümelerinin ve çağımızda koroner kalb hastalığının ilk
örnekleri bu grubun bireylerinde izlenmektedir. Sanayileşmenin getirdiği hareketsizlik artık yalnızca
varlıklıların değil aynı zamanda masa başı çalışanların da sorunu haline
gelmiştir.
Şu anda görünen sorun üretim değil, tüketim şeklindedir.
Bu tüketim
hem besin tüketimi, hem de alınan besinin organizmadaki tüketimidir.
18.Yüzyılda Lavoisier ile beslenmeye ilişkin
araştırmaların başladığını görmekteyiz.. Aslında bazı özel durumlarda,
sorunlarda reçetelendirmeyle, tedavi amacıyla besin maddesi veren Hipokratın diyetlerinin benzerlerini
günümüzde bile görmek mümkündür. Beslenmenin bilimsel zeminde ele alınması ise
oldukça yenidir.Yüzyılımızın başında bazı bölgelerde yoğun olarak görülen ve
kısmen savaş koşullarında gelişen beslenme bozuklukları nedeniyle hükümetler sosyal politikalar
oluşturmuşlardır. Muhtaç durumda olanlara yardımcı olacak şekilde tarım ve hayvancılık sektöründe
gelişmeler sağlanmış bulunuyor. Bu gelişimin bir parçası da beslenme konusunun
bir meslek alanı tarzında ele alınmasıdır.
Bu meslek alanının en
önemli katkısının beslenme problemine multidisipliner
bir bakış açısı getirmesi olmuştur. Öte yandan ulusal ölçekte ve
beslenme problemlerini ele alan bir profil çalışmasının zorlukları da
ortadadır. ABD’de bile beslenme ve sağlık araştırmaları 1970 li yıllarda
yapılabilmiştir. HANES (Health and Nutrition Evaluation Study). Ülkemizde
yöresel çalışmaların ötesine henüz gidilebilmiş değildir.
Konunun başlığı spor,
sağlık, beslenme olduğuna göre besin alımı ve tüketimini insan hareketiyle ilişkilendirmek gerekiyor.
Yukarıda da söz edildiği gibi, sorun alımdan çok tüketim şeklidir. Tüm
çalışmalarda organizmada alımı en belirgin şekilde düşük olan maddenin demir
olduğu görülmektedir. Diğer tüm besin maddelerinin, bazı düşük alım gösteren
gruplar hariç (bazı Afrika ülkeleri ve sosyal gruplar gibi), yeterli miktarlarda alındığı izlenimi
hakimdir. Bu en azından Avrupa ülkelerinin çoğunda böyledir. Ancak spor,
egzersiz, fiziksel aktivite söz konusu olduğunda metabolik denge açısından
alım-tüketim ilişkisinin değiştiğini biliyoruz. Bu konu zaten ayrıntılı olarak
kursta yer alacağından daha ziyade alımı ve tüketimi etkileyen bazı diğer
konuların başlıklarına değinmek istiyorum. Aslında herbiri ayrı birer inceleme
alanı olabilecek bu başlıkları şu şekilde sıralayabiliriz;
Kişisel eğilimler - genetik geçişle ilgili özellikler. Bireyin boyu, vücut yapısı, enzimatik fonksiyonları,
hormonal fonksiyonları yemek düzenini derinden etkileyebilmektedir. Obesiteye
ilişkin araştırmalarda genetik yapının önemli rolü olduğu bilinmektedir.
Önceki ve şimdiki davranış kalıpları (Sigara, iş ortamı,
ekonomik durum). Uzun süre mahrumiyet
içinde bulunan, yada sıkı diyet uygulayanlarda daha sonra istem dışı fazla
tüketim problemleri ortaya çıkabilmektedir. Psikolojik etkileşimlerle
(interaksiyon) aynı ortamı paylaşan bireylerde benzer besin tüketimi de
görülebilir. Örneğin arkadaşı dondurma isteyen çocuğun dondurma iştemesi gibi.
Yaşam şekli (Çocuklar, eş, arkadaş). Aktif yada pasif yaşam tarzı, aynı zevklerini tadların
paylaşılması da tüketimi etkileyen faktörler arasındadır.
Psikolojik yapı (amaç, beklenti, değer yargıları,
eğilimler). Sosyal ortamlarda
tüketilen besinlerin özellikleri bulunulan çevre itibariyle önem taşıyabilir.
Kalori, denge hesabı yapılmadan tüketilen besinler zaman içinde sorun
oluşturmaya başlayabilir.
Bilgi, inanış (yararlılık). Yararlı olacağına inanılan çoğu eski ve ampirik olan
birçok inanış günümüzde tüketilen birçok ürün için hala geçerlidir. Bazılarının
zararlı olmamasına karşın, bir kısmı sağlığı tehdit edebilir.
İş ve çevre koşulları (zaman). Uygun beslenme ortamı
olmayan inşaat işçilerinden, öğle mesaisi yapan memurlara kadar birçok kimse
sağlıksız beslenme sorunuyla karşı karşıyadır.
Çeşitlilik (olanaklar). Yukarıdaki örneğe göre biraz daha şanslı diyebileceğimiz bir diğer grup
ise küçük bir çay ocağı yada büfeye sahip olmakla birlikte yalnızca sandviç
türü unlu mamul veya hamburger gibi kolesterolden zengin fast food cinsi ve tek
tip besin almaya mahkumdur.
Davranış değiştirme programları (eğitim). Maalesef yalnızca küçükleri değil, büyükleri
de önemli ölçüde etki altında bırakan ve basının her köşesinde yer alan besin
maddeleri ilanları tüketimi yanlış noktalara çekebilmektedir.
Yukarıda sayılan
faktörlerin altında kalan bireyler ister sedanter, isterse aktif olsunlar
beslenmeyle ilişkili çeşitli sağlık sorunlarının tehdidi altındadırlar.
KAYNAKLAR
Davidson S., Passmore R.,
Brock J.F., Truswell A.S., Human Nutrition and Dietetics, 6th. Ed.,
Churchill Livingstone, 1975
Nathan J.S., Nutrition in
Sports Medicine, ed. Strauss R.H., W.B.Saunders Co., Philadelphia, 1985
Naisbitt J., Aburdene P.,
Megatrends 2000, Form Yayınları, İstanbul, 1995