Sponsorluk

 

Cüneyt E. Koryürek

 

Günümüzün Türkiye’sinde sporla sponsorluk kavaramı artık bir arada konuşulmaya başlandı. Aslında, bu yeni bir olgu değil. Olimpiyadlar’ın yapıldığı eski Yunan’da da sponsorluk çok gelişmişti. Yakın zamana kadar klasik Olimpiyadlar’ın sadece amatörlerce yarışıldığı iddiasına inandırılmış bir kitle olarak bizler profesyonel kelimesini sporla pek bağdaştıramazdık. Klasik Olimpiyadlar’da yarışmalara katılanların hepsi bir Yunan kentini temsil ederlerdi. Bu nedenle Olimpiyad Şampiyonu’nun adından evvel hangi kentten olduğu anılır ve katılan kentler de en iyi şampiyonlar tarafından temsil edilmek isterlerdi. Bu nedenle de bir Olimpiyad’a Atina adına katılan bir şampiyon dört yıl sonra Sinop adına yarışırdı.

 

Kentler en iyi şampiyonlar tarafından temsil edilmek istediklerinden dolayı da, bu şampiyonlar el üstünde tutulur, bir dediği iki edilmez, gıda, barınak, idman ve yarışma imkanları en mükemmel şekilde şampiyonların önüne serilirdi. Olimpiyadlar’ın her dört yılda bir yapılması nedeniyle, şampiyonların form’larını kaybetmemeleri için her yıl değişik üç bölgede Olimpiyadlar kadar önemli olmasa da, gayet çekişmeli yarışlar yapılır ve sporcuların Olmpiyadalar’a en mükemmel bir sitemle hazırlanmaları imkanları yaratılırdı.

 

Olimpiyadlar’ın M.S. IV.yüzyılda sona ermesi ile spor da tarihin sayfalarına gömülmüştü. Ama İngiltere ve Amerika’da, XIX. yüzyılın ortalarında spora olan ilgi artmış ve çeşitli spor branşları belirli gruplar tarafından yapılmaya başlanmıştı. Amerika kadar demokratik olamayan bir Toplum olan İngiltere’de spor sadece “Amatör” adını verdikleri bir zümre tarafından yapılmış ve “Profesyonel” kelimesi ise ağza dahi alınmamıştı. İngilizlerin “Amatör” dedikleri sınıf, zengin aile gençlerinin kendi aralarında yaptıkları karşılaşmalar olarak yapılmış ve “Profesyonel” dedikleri çalışan sınıfın spor yapması hemen hemen imkansız bir hale sokulmuştu.

 

Bu tam anlamıyla bir sınıfsal ayrışma yaratmış ve genelde aile parasıyla üniversiteye gidebilecek gençlerin spor sahalarında birbirleriyle yarışmalarını devam ettirmişti. Bu durum, aslında 1920’lere kadar dayanmış ve 1924 Olimpiyadları’nda kürek’te altın madalya kazanmış bir Amerikalı, Londra’daki Henley yarışmalarına, iyi para sahibi olmasına rağmen iş hayatına duvarcılıkla başladığı ileri sürülerek Kelly adındaki bu şampiyon yarışmalara alınmamıştır. Talihin bir cilvesi olarak, Londra’daki 1948 Olimpiyadları’nda tek kürekte birinci olan Kelly’nin oğlu, bu sefer Henley’de aile siciline bakılmadan yarışmalara katılmıştır.

 

Geçen yüzyılın ilk yarısının sonlarında hemen herkesin artık spor yapabileceği günler geldiğinde ortaya yepyeni bir kavaram çıktı. Bunu da, 1952’de ilk kez Olimpiyadlar’a katılan Ruslar uygulamaya başladılar. Takip edilen sistem gayet basitti: Sovyetler bütün sporcularını devlet memuru gibi görüyor ve bütün ihtiyaçlarını karşılıyordu. Böyle bir tutum, tam anlamıyla bir profesyonellikti. Batı’da ise devlet gencin spor yapması imkanlarını veriyor ve en iyi olanlar milli takımlara giriyor ve Olimpiyadlar’a katılıyorlardı. Amerika’da ise, sporun türlü branşlarda kendini gösteren genç, burs kazanıyor bir taraftan eğitim görerek diplomasını alırken diğer taraftan da Amerika’yı temsilen Olimipyadlar’da yarışıyordu.

 

Doğu Blok ülkeleri, Rusları taklit ederek devlet sponsorluğunu uyguladılar ve 1964-88 arası yapılan Olimpiyadlar’da, 19 milyonluk Doğu Almanya, Amerika ve Sovyet Rusya gibi devlerle çarpışabilme imkanı buldu.

 

Spor’un dünya kamu oyundaki yerinin gittikçe kuvvetlendiği ve sporu takip eden Toplumlar’ın bir bakıma isteklerine cevap vermek için sporcular da katıldıkları her yarışmalarda en iyi dereceleri almak ve şampiyon olmak imkanlarını araştıramaya başladılar. Bu durumu gören bazı ülkelerdeki hükümetler ve diğerlerindeki ticari firmalar, klasik Olimpiyadlar’da olduğu gibi şampiyon sporcuyu ve şampiyon takımları desteklemek ihtiyacını duydular. Artık “Amatör” kelimesi Uluslararası Federasyonların başlıklarından da atıldı ve spor bir bakıma bir meslek olarak kabul edildi.

 

Sporcunun ihtiyacı fazla yarışma, iyi idman, iyi beslenme ve geleceğini daha iyi garanti altına alacak iyi bir gelire sahip olmaktır. Bunun için devletler ve “Sponsor” dediğimiz ticari kuruluşlar bireylerin ve takımların şampiyonluklarını ve rekor kırmalarını büyük nakit katkılarla desteklerken bazı sporcular giydikleri spor malzemelerini de reklam ederek para kazandılar. Örneğin, 1972 ve 76 Olimpiyadları’nda, 5.000 ve 10.000 metrelerde dört altın madalya kazanmış Finli atlet Lasse Viren, yarıştan sonra Finlandiya bayrağını alıp sırtında dolaştıracağına, iki avucu içine aldığı çivili ayakkabılarını, markaları görülebilir bir şekilde televiziyon kamerasının önünde tutabiliyordu. Barcelona, Atlanta ve Sydney Olimpiyadları’ndaki başarılarıyla seyircilerin sempatisini kazanan Amerikalı 200 ve 400 metreci Michael Johnson da, Nike tarafından sadece kendisi için üretilmiş altın yaldızla boyanmış çivililerini rakipleri olduğu kadar seyircilerin gözü önünde sergiliyordu.

 

Devlet Hala Sistem İçinde

 

Her şeyin özelleştirildiği günümüzde dahi devlet, batılı ülkelerde de sporun içinden elini bir türlü çekemiyor. Çeşitli nedenlerle yıllarca uğraştıkları bir Olimpiyadlar’ı 2012 için Londra’ya getirebilen İngilizler, Oyunlar’ın en mükemmel bir şekilde organize edilmesini sağlarken kendi seyircisi önünde yarışacak sporcularının da başarılı olmasını istiyor. Bu nedenle, İngiliz hükümeti atletlerin 2012 Olimpiyadları’nda başarılı olmalarını sağlamak amacıyla tam 3 milyar dolarlık bir fon ayırtmış durumda. Bu sadece devlet’in sporculara yaptığı katkı. Buna, ticari kuruluşların yapacağı katkı ve sponsorluk amacıyla birey ve takımlara vereceği tonlarca para dahil edilmemiş durumda.

 

Sporu bir meslek olarak kabul eden ve emekli maaşı almayacağını bilen sporcunun bütün amacı spor hayatı süresince mümkün olduğu kadar çok para kazanmak. Amerikalı bayan atlet Marion Jones form’unun zirvesinde olduğu sürede bir yılda 3,5 milyon dolar kazanabiliyordu.

 

Ticari Amaçsız Sponsorluk

 

Bazı kuruluşlar, kuruluşun sahibi veya kuruluşun başındaki kişilerin spora olan sevgileri nedeniyle birey ve takımlara sponsor oldukları gibi, gençlerin spor yapmaları için spor tesisleri de yapma yolunu seçmişlerdir. Üniversite yıllarında basketbol oynamış Şarık Tara’nın kendi göremediği imkanları genç kuşaklara sunmak amacıyla yaptırdığı ENKA Spor Tesisleri, gençlerimizin en iyi koşullarda spor yapmaları için Toplum’a hediye edilmiş bir sponsorluk abidesidir. ENKA, sadece bu tesisleri yaptırmakla kalmamış aynı zamanda bir kaç temel spor dalında takım da kurarak kabiliyetli gençlerin şampiyon olabilmeleri için tüm imkanları bir arada toplamıştır.

 

Bazı belediye yönetimleri, çeşitli nedenlerle bazı spor dallarını el üstünde tutmuşlar ve gerçekten Uluslar arası yarışmalarda büyük başarılarla yarışan şampiyonların yetişmelerinde katkıda bulunmuşlardır.

 

 

 

Özendirme – Ödüllendirme

 

Türkiye’de, futbol dışında çok büyük sponsorluk imkanlarına sahip olan birkaç spor dalı daha var. Aslında bizdeki sistem, devletin bir yönetmeliği ile saptandığı gibi, büyük şampiyonları başarılı olan birey ve takımları parasal ödüllerle değerlendirir. Yani, devletin sponsorluğunu almak için ancak birey veya takımın şampiyon olması gerekir. Devlet, gencin veya takımın şampiyon olmadan önceki çalışmaları ile pek ilgilenmez ve ancak şampiyon olduktan sonra onu ödüle boğar ve adeta unutur. Şampiyon birey veya takım, devlet tarafından ancak tekrar şampiyon olduğu zaman hatırlanır ve o zaman ödüllendirilir.

 

Ülkemizin en popüler sporu olan futbolda diğer ülkelerle kıyaslandığı zaman ne durumda olduğumuzu burada tekrar etmeye gerek yok.  Milli Futbol Takımımız 1952 Helsinki Olimpiyadları’ndan beri Olimpiyadlar’da bu branşta yer alamamıştır. Türkiye’de futbol dışında pek önemsenmeyen, ama Olimpiyadlar sırasında ortaya çıkan spor dallarında, destek almadan ve ilgi görmeden çalışan ve kendi azim ve inatları ile şampiyon olan gençlerimizin aldığı madalyalar Türk Spor Severi ve Türk Spor Medyası tarafında az bulunur ve ancak Olimpiyadlar sonunda herkes birbirine, “Neden bu kadar az madalya aldık?” diye sormaya başlar.

 

Acı Ama Doğru

 

Türkiye’de ancak şampiyonların sponsorlar tarafından desteklendiğini görmemek için kör olmak gerekir. Eğer başarı istiyorsak, kapasiteli ve kabiliyetli gençlerimizi bulup bunların birey ve takım olarak desteklenmelerini temin etmemiz ve onların şampiyon olmalarına yardım etmemiz gerekir. Bir şampiyonun şampiyonluğunun da devam etmesi için tüm desteğin kesilmeden ve kısılmadan sürdürülmesi gerektiğini artık anlamamız lazım. Ancak bu felsefe ve uygulama ile şampiyon yetiştirir ve bu şampiyonların şampiyonluklarının sürdürülmesini temin edebiliriz.

 

Yoksa, geçici bir süre için başı ve sonu belli olmayan bir sponsorluk yerine, planlı ve programlı olduğu kadar gerçekçi bir bütçe ve bilgili kişilerin yönetimi ve yönlendirilmeleriyle gençlerimiz pek çok spor dalında çok değerli şampiyonluklar kazanabileceklerdir. Sponsorluk, bir ticari kuruluş için bir masraf kapısı değildir. Bir yatırımdır. Hem sponsoru tanıtacak hem de gencin şampiyonluğu ile Türkiye’yi tanıtacak bir sistemdir.