Günümüzün Türkiye’sinde sporla sponsorluk kavaramı artık
bir arada konuşulmaya başlandı. Aslında, bu yeni bir olgu değil. Olimpiyadlar’ın
yapıldığı eski Yunan’da da sponsorluk çok gelişmişti. Yakın zamana kadar klasik
Olimpiyadlar’ın sadece amatörlerce yarışıldığı iddiasına inandırılmış bir kitle
olarak bizler profesyonel kelimesini sporla pek bağdaştıramazdık. Klasik
Olimpiyadlar’da yarışmalara katılanların hepsi bir Yunan kentini temsil
ederlerdi. Bu nedenle Olimpiyad Şampiyonu’nun adından evvel hangi kentten
olduğu anılır ve katılan kentler de en iyi şampiyonlar tarafından temsil
edilmek isterlerdi. Bu nedenle de bir Olimpiyad’a Atina adına katılan bir
şampiyon dört yıl sonra Sinop adına yarışırdı.
Kentler en iyi şampiyonlar tarafından temsil edilmek
istediklerinden dolayı da, bu şampiyonlar el üstünde tutulur, bir dediği iki
edilmez, gıda, barınak, idman ve yarışma imkanları en mükemmel şekilde şampiyonların
önüne serilirdi. Olimpiyadlar’ın her dört yılda bir yapılması nedeniyle,
şampiyonların form’larını kaybetmemeleri için her yıl değişik üç bölgede
Olimpiyadlar kadar önemli olmasa da, gayet çekişmeli yarışlar yapılır ve
sporcuların Olmpiyadalar’a en mükemmel bir sitemle hazırlanmaları imkanları
yaratılırdı.
Olimpiyadlar’ın M.S. IV.yüzyılda sona ermesi ile spor da tarihin
sayfalarına gömülmüştü. Ama İngiltere ve Amerika’da, XIX. yüzyılın ortalarında spora
olan ilgi artmış ve çeşitli spor branşları belirli gruplar tarafından yapılmaya
başlanmıştı. Amerika kadar demokratik olamayan bir Toplum olan İngiltere’de
spor sadece “Amatör” adını verdikleri bir zümre tarafından yapılmış ve
“Profesyonel” kelimesi ise ağza dahi alınmamıştı. İngilizlerin “Amatör” dedikleri
sınıf, zengin aile gençlerinin kendi aralarında yaptıkları karşılaşmalar olarak
yapılmış ve “Profesyonel” dedikleri çalışan sınıfın spor yapması hemen hemen
imkansız bir hale sokulmuştu.
Bu tam anlamıyla bir sınıfsal ayrışma yaratmış ve genelde aile
parasıyla üniversiteye gidebilecek gençlerin spor sahalarında birbirleriyle
yarışmalarını devam ettirmişti. Bu durum, aslında 1920’lere kadar dayanmış ve
1924 Olimpiyadları’nda kürek’te altın madalya kazanmış bir Amerikalı,
Londra’daki Henley yarışmalarına, iyi para sahibi olmasına rağmen iş hayatına
duvarcılıkla başladığı ileri sürülerek Kelly adındaki bu şampiyon yarışmalara
alınmamıştır. Talihin bir cilvesi olarak, Londra’daki 1948 Olimpiyadları’nda
tek kürekte birinci olan Kelly’nin oğlu, bu sefer Henley’de aile siciline bakılmadan
yarışmalara katılmıştır.
Geçen yüzyılın ilk yarısının sonlarında hemen herkesin
artık spor yapabileceği günler geldiğinde ortaya yepyeni bir kavaram çıktı.
Bunu da, 1952’de ilk kez Olimpiyadlar’a katılan Ruslar uygulamaya başladılar.
Takip edilen sistem gayet basitti: Sovyetler bütün sporcularını devlet memuru
gibi görüyor ve bütün ihtiyaçlarını karşılıyordu. Böyle bir tutum, tam
anlamıyla bir profesyonellikti. Batı’da ise devlet gencin spor yapması
imkanlarını veriyor ve en iyi olanlar milli takımlara giriyor ve Olimpiyadlar’a
katılıyorlardı. Amerika’da ise, sporun türlü branşlarda kendini gösteren genç,
burs kazanıyor bir taraftan eğitim görerek diplomasını alırken diğer taraftan
da Amerika’yı temsilen Olimipyadlar’da yarışıyordu.
Doğu Blok ülkeleri, Rusları taklit ederek devlet
sponsorluğunu uyguladılar ve 1964-88 arası yapılan Olimpiyadlar’da, 19
milyonluk Doğu Almanya, Amerika ve Sovyet Rusya gibi devlerle çarpışabilme
imkanı buldu.
Spor’un dünya kamu oyundaki yerinin gittikçe kuvvetlendiği
ve sporu takip eden Toplumlar’ın bir bakıma isteklerine cevap vermek için sporcular
da katıldıkları her yarışmalarda en iyi dereceleri almak ve şampiyon olmak
imkanlarını araştıramaya başladılar. Bu durumu gören bazı ülkelerdeki
hükümetler ve diğerlerindeki ticari firmalar, klasik Olimpiyadlar’da olduğu
gibi şampiyon sporcuyu ve şampiyon takımları desteklemek ihtiyacını duydular. Artık
“Amatör” kelimesi Uluslararası Federasyonların başlıklarından da atıldı ve spor
bir bakıma bir meslek olarak kabul edildi.
Sporcunun ihtiyacı fazla yarışma, iyi idman, iyi beslenme ve
geleceğini daha iyi garanti altına alacak iyi bir gelire sahip olmaktır. Bunun
için devletler ve “Sponsor” dediğimiz ticari kuruluşlar bireylerin ve
takımların şampiyonluklarını ve rekor kırmalarını büyük nakit katkılarla
desteklerken bazı sporcular giydikleri spor malzemelerini de reklam ederek para
kazandılar. Örneğin, 1972 ve 76 Olimpiyadları’nda, 5.000 ve 10.000 metrelerde dört
altın madalya kazanmış Finli atlet Lasse Viren, yarıştan sonra Finlandiya
bayrağını alıp sırtında dolaştıracağına, iki avucu içine aldığı çivili
ayakkabılarını, markaları görülebilir bir şekilde televiziyon kamerasının önünde
tutabiliyordu. Barcelona, Atlanta ve Sydney Olimpiyadları’ndaki başarılarıyla
seyircilerin sempatisini kazanan Amerikalı 200 ve 400 metreci Michael Johnson
da, Nike tarafından sadece kendisi için üretilmiş altın yaldızla boyanmış çivililerini
rakipleri olduğu kadar seyircilerin gözü önünde sergiliyordu.
Devlet Hala Sistem
İçinde
Her şeyin özelleştirildiği günümüzde dahi devlet, batılı
ülkelerde de sporun içinden elini bir türlü çekemiyor. Çeşitli nedenlerle yıllarca
uğraştıkları bir Olimpiyadlar’ı 2012 için Londra’ya getirebilen İngilizler,
Oyunlar’ın en mükemmel bir şekilde organize edilmesini sağlarken kendi
seyircisi önünde yarışacak sporcularının da başarılı olmasını istiyor. Bu
nedenle, İngiliz hükümeti atletlerin 2012 Olimpiyadları’nda başarılı olmalarını
sağlamak amacıyla tam 3 milyar dolarlık bir fon ayırtmış durumda. Bu sadece
devlet’in sporculara yaptığı katkı. Buna, ticari kuruluşların yapacağı katkı ve
sponsorluk amacıyla birey ve takımlara vereceği tonlarca para dahil edilmemiş
durumda.
Sporu bir meslek olarak kabul eden ve emekli maaşı almayacağını
bilen sporcunun bütün amacı spor hayatı süresince mümkün olduğu kadar çok para
kazanmak. Amerikalı bayan atlet Marion Jones form’unun zirvesinde olduğu sürede
bir yılda 3,5 milyon dolar kazanabiliyordu.
Ticari Amaçsız
Sponsorluk
Bazı kuruluşlar, kuruluşun sahibi veya kuruluşun başındaki
kişilerin spora olan sevgileri nedeniyle birey ve takımlara sponsor oldukları
gibi, gençlerin spor yapmaları için spor tesisleri de yapma yolunu
seçmişlerdir. Üniversite yıllarında basketbol oynamış Şarık Tara’nın kendi
göremediği imkanları genç kuşaklara sunmak amacıyla yaptırdığı ENKA Spor
Tesisleri, gençlerimizin en iyi koşullarda spor yapmaları için Toplum’a hediye
edilmiş bir sponsorluk abidesidir. ENKA, sadece bu tesisleri yaptırmakla
kalmamış aynı zamanda bir kaç temel spor dalında takım da kurarak kabiliyetli
gençlerin şampiyon olabilmeleri için tüm imkanları bir arada toplamıştır.
Bazı belediye yönetimleri, çeşitli nedenlerle bazı spor
dallarını el üstünde tutmuşlar ve gerçekten Uluslar arası yarışmalarda büyük
başarılarla yarışan şampiyonların yetişmelerinde katkıda bulunmuşlardır.
Özendirme –
Ödüllendirme
Türkiye’de, futbol dışında çok büyük sponsorluk imkanlarına
sahip olan birkaç spor dalı daha var. Aslında bizdeki sistem, devletin bir
yönetmeliği ile saptandığı gibi, büyük şampiyonları başarılı olan birey ve
takımları parasal ödüllerle değerlendirir. Yani, devletin sponsorluğunu almak
için ancak birey veya takımın şampiyon olması gerekir. Devlet, gencin veya
takımın şampiyon olmadan önceki çalışmaları ile pek ilgilenmez ve ancak şampiyon
olduktan sonra onu ödüle boğar ve adeta unutur. Şampiyon birey veya takım,
devlet tarafından ancak tekrar şampiyon olduğu zaman hatırlanır ve o zaman
ödüllendirilir.
Ülkemizin en popüler sporu olan futbolda diğer ülkelerle
kıyaslandığı zaman ne durumda olduğumuzu burada tekrar etmeye gerek yok. Milli Futbol Takımımız 1952 Helsinki Olimpiyadları’ndan
beri Olimpiyadlar’da bu branşta yer alamamıştır. Türkiye’de futbol dışında pek
önemsenmeyen, ama Olimpiyadlar sırasında ortaya çıkan spor dallarında, destek
almadan ve ilgi görmeden çalışan ve kendi azim ve inatları ile şampiyon olan
gençlerimizin aldığı madalyalar Türk Spor Severi ve Türk Spor Medyası tarafında
az bulunur ve ancak Olimpiyadlar sonunda herkes birbirine, “Neden bu kadar az
madalya aldık?” diye sormaya başlar.
Acı Ama Doğru
Türkiye’de ancak şampiyonların sponsorlar tarafından
desteklendiğini görmemek için kör olmak gerekir. Eğer başarı istiyorsak,
kapasiteli ve kabiliyetli gençlerimizi bulup bunların birey ve takım olarak desteklenmelerini
temin etmemiz ve onların şampiyon olmalarına yardım etmemiz gerekir. Bir
şampiyonun şampiyonluğunun da devam etmesi için tüm desteğin kesilmeden ve
kısılmadan sürdürülmesi gerektiğini artık anlamamız lazım. Ancak bu felsefe ve
uygulama ile şampiyon yetiştirir ve bu şampiyonların şampiyonluklarının sürdürülmesini
temin edebiliriz.
Yoksa, geçici bir süre için başı ve sonu belli olmayan bir
sponsorluk yerine, planlı ve programlı olduğu kadar gerçekçi bir bütçe ve
bilgili kişilerin yönetimi ve yönlendirilmeleriyle gençlerimiz pek çok spor
dalında çok değerli şampiyonluklar kazanabileceklerdir. Sponsorluk, bir ticari
kuruluş için bir masraf kapısı değildir. Bir yatırımdır. Hem sponsoru tanıtacak
hem de gencin şampiyonluğu ile Türkiye’yi tanıtacak bir sistemdir.